İklim değişikliği, fosil yakıt tüketimi, kontrolsüz ve düzensiz endüstriyel, tarımsal faaliyetler, kontrolsüz nüfus artışının baskısı gibi etkenler, su varlıklarının seviyesini düşürürken, kuraklığı da beraberinde getiriyor.
Haber: Serap Cömertoğlu İşcan
Su kaynaklarının varlığı, sulanabilir tarım alanları ve kuraklığa yönelik yapılması gereken çalışmalara ilişkin değerlendirmede bulunan Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi (NKÜ) Ziraat Fakültesi Biyosistem Mühendisliği Arazi ve Su Kaynakları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halim Orta, su varlıklarının tükenmesinin yanı sıra, kullanılabilecek sağlıkta ve kalitede suyun azaldığını belirtiyor.
Ergene bölgesinde 10 yıl öncesine kadar yer altı su kaynaklarından elde edilen içme ve kullanma suyunda, sağlığı tehdit edecek biçimde ağır metale rastlamazken; bugün, tarımda yoğun ilaç ve gübre kullanımı, sanayinin yoğun ağır metal atıkları sonucu, yer altı su kaynaklarında kirlikler başladığı kaydediliyor.
Su varlıklarının son durumu ve kuraklığa ilişkin bilincin önemli olduğunu söyleyen Orta, kuraklığın, meteolojik, zirai, hidrolojik ve sosyo ekonomik olarak dört boyutta incelendiğini aktarıyor.
Gıda üretiminin; yeterliliği, kalitesi, ulaşılabilirliği ve sağlığı açısından sıkıntı yaşandığında ise gıda güvenliği alanında risk oluştuğunu aktaran Orta, ivedilikle gerekli çalışmaların yapılmasını vurguluyor.
CİDDİ KAYIPLAR VAR
Ülke genelinde ki 24 milyon hektarlık tarım arazisinin yaklaşık 6.6 milyon hektarını sulamaya açıldığını hatırlatan Orta; “Yüzde 25’lik kısmı sulanabilir tarım arazilerinden oluşuyor. Bu alanlarda gerek su iletim yöntemlerimizin açık kanallar olması, gerek sulama yöntemlerimizin salma sulama, tava sulama gibi yüzey sulama yöntemleri olması nedeniyle, hem kaynaktan tarlaya getirene kadar ,hem de tarlaya verdiğimiz suyu bitki kök bölgesine depolayıncaya kadar, ciddi kayıplarımız var. Bir yıl önce gerekli finans olanakları sağlanarak, iletim sistemlerinin açık kanallarla, kapalı boru sistemlerine, su uygulama biçimlerimizi de yüzey sulama yöntemlerinden yağmurlama, damlama hatta toprak altı gibi damla sulama yöntemlerine dönüştürmemiz gerekiyordu. Bizim hesaplamalarımıza göre; bu biçimde kullandığımız suyun; an itibariyle tarımsal sulamada, Türkiye’nin yüzde 70’i civarına denk gelecek şekilde, 40 milyar metreküp su kullanıyoruz. Bunun yarısını tasarruf etmek mümkün. Bir an önce buna yönelmemiz ve su kaynağı olarak da yer altı suyu yerine, ekolojik sistemi bozmayacak büyüklükteki gölet ve baraj inşaatlarıyla kış yağışlarını depolayarak, yaz aylarında ise ihtiyaç duyan halkın ve sektörlerin kullanımına açmamız gerekir” ifadelerini paylaşıyor.
Türkiye’nin, kuraklık harici, 110 milyar metreküp kullanılabilir su potansiyeline sahipken, bunun 95 milyar metreküp civarı yer üstü su kaynaklarını, 10 milyar metreküp civarı ise yer altı su kaynaklarını oluşturduğunu aktaran Orta, yer üstü su kaynaklarının geliştirip, kullanılmadığına, yer altı su kaynaklarının kullanıldığına dikkat çekiyor.
Trakya’ya da 2.8 milyar metreküp yer üstü su kaynağı varken, 04-05 milyar metreküp yer altı su kaynağının kullanıldığını vurgulayan Orta, yer üstü su varlıklarının kullanılmamasının, yer altı sularının hızlıca düşmesine sebep olduğunu kaydediyor.
Trakya’da Ergene Havzasında 20 yıl önce 80 metreden su çekerken, günümüzde 400-450 metrelerden çekildiğini paylaşan Orta; “Bunun temel sebebi, yer altı su kaynaklarının beslenmesinden çok daha hızlı tüketilmesinden kaynaklanıyor. 10 lira kazancınız varken, 20 lira harcamanız gibi bir durum söz konusu. Beslenmenin ötesinde ki çekim hızıyla yer altı su kaynaklarını daha fazla kullanamayacağız. Bir an önce yer üstü su kaynaklarını geliştirerek, kullanmalıyız” diyor.
YER ALTI SULARINDA AĞIR METALLERE RASTLANIYOR
Trakya bölgesindeki su kaynaklarının kalite yönünden de günden güne olumsuz yönde değiştiğinin altını çizen Orta, 10 yıl öncesine kadar yer altı su kaynaklarından elde edilen içme ve kullanma sularında, sağlığı tehdit edecek biçimde ağır metale rastlamazken, günümüzde yer altı su kaynaklarında ağır metallere rastlanıldığı bilgisini paylaşıyor.
Türkiye sanayisinin büyük bir bölümünü karşılayan ve ülke nüfusunun yüzde 20’sinin yaşadığı Trakya, sanayi üretiminin ve Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH)’nın yüzde 25’ini sağlıyor.Aynı zamanda stratejik gıdalar arasında yer alan buğday ve ayçiçeğinin ambarı niteliğinde olan Trakya’da kontrolsüz ağır sanayi faaliyetleri, nüfus yoğunluğu, kontrolsüz su tüketimi gibi baskılar, su varlıklarını ve tarım topraklarını olumsuz yönde etkiliyor.
TEKNİK VE EKONOMİK ANLAMDA ÇÖZÜMÜ MÜMKÜN OLMAYAN KİRLİLİKLER VAR
Yoğun ilaç ve gübre kullanımı ve sanayinin yoğun ağır metal atıkları sonucunda yer altı su kaynaklarında kirlikler başladığının altını çizen Orta, sözlerine şöyle devam ediyor: “İnsanlar bunu anlamıyor. Bu kirliliklerin çoğu, günümüzdeki teknoloji ile giderilmesi mümkün olmayan kirlilikler. Teknik ve ekonomik anlamda çözümü mümkün olmayan kirlilik. Ama, sanayici ve ya vatandaş bir yere 500 tane iş yeri açıyor. Daha sonra belediyeyi arayarak, yol ve ulaşım seferi istiyor. Belediye asfaltlıyor, ulaşımı da sağlıyor. Sonra su getirilmesini istiyor. Yol yapmak ile su getirmenin aynı şey olduğunu düşünüyor. Yol yapmak nedir ki? Dört tane greyder, arkasından da stabilize malzemeyi yollarsınız, asfalt plentini çalıştırırsınız ve yolu yaparsınız. Ama; dilediğiniz kadar yüksek kalitede borularınız olsa da olmayan suyu nereden getireceksiniz. Maalesef, insanımız suyu çok sıradan, doğal, kısıtlı ekosistemin olmazsa olmazı, hayatın başlangıcı, yaşam unsuru ve sınırlı bir kaynak olduğunun farkında değil. Diğerleri gibi ücreti karşılığında her zaman her yerde, dilediği miktarda ulaşabileceği sıradan bir kaynak olarak görüyor. Bu sakat düşüncenin, değişmesi lazım böyle bir şey yok. Miktarı bulursunuz, kalitesi bozulmuştur. Kalite aranmasa çekin denizden kullanın. Fakat, deniz suyu, tarıma, sanayiye, evsel ihtiyaçlara uygun değil.”
KURAKLIĞA DAYALI HAYVAN VE BİTKİ TÜRÜ ÇEŞİTLERİ GELİŞTİRİLMESİ LAZIM
Kuraklığın ve bu alanda ki çalışmaların bir bütün olarak ele alınıp, bilinçli şekilde planlamaların yapılması gerektiğini vurgulayan Orta, şunları kaydediyor:
“Türkiye’de de bakanlığın adının değiştirilmesinden sonra, izlediğim ve gördüğüm kadarıyla maalesef çok ciddi şeyler yapılmıyor. Öncelikle, Milli Kuraklık Merkezi kurmamız lazım. Bu kuraklık merkezi tamamen özgürce çalışan, siyasi baskıdan uzak, disiplinler arası çalışmalara olanak veren, ehli uzmanların içerisinde bulunduğu, her meslek dalından insanların birlikte çalıştığı ve sorunların teşhis ve tedavi yöntemlerini geliştiren, bulguları siyasi otoriteye sunan bir merkez olması gerekir. Siyasiler de bunlara göre karar alarak, hangi önerilerin ne zaman uygulanacağını belirleyebilir. Ama, merkez tamamen bağımsız olmalı. Kuraklığa dayalı hayvan ve bitki türü çeşitleri geliştirilmesi lazım. Su üretim merkezlerini, yer altı ve yer üstü su kaynaklarımızı koruyacak biçimde, maden ocaklarından, sanayiden, yerleşim yerlerinden koruyacak yerel ve ulusal çalışmaların planlanması lazım. Su kullanım etiğini ve şehirlerde ki su kullanım tasarruflarını mutlaka tespit ederek, başta yerel yöneticilere daha sonra ulusal yöneticilere bunları izah etmesi gerekiyor. İvedilikle bu merkezi, kurup çalıştırmak lazım.”